21 Aralık 2008 Pazar

Issız Adam feats Ensemble C'est Tout




Ya ben bir şey fark ettim. Issız Adam tam bir Bir Aradayız Hepsi Bu filminin bir benzeri. :/ Ordada baş erkeğimiz aşçıdır, kızımız da kendine zaman ayıramadığından keyf aldığı bir işte çalışmaktadır. Erkek hırçın, onla bunla gününe gün eden aynı Alper gibi bir karakterdir. Ve aynı sonla bitmez film ama yine birlikte olurlar, Issız Adam'daki son çok mutlu bir son değildir, Bir Aradayız Hepsi Bu'nda ise son mutludur. Düşününlünce bir kitaptan filme uyarlama olunca Bir aradayız, sanki bir esinlenilme olabilir düşüncesi yarattı bende. Aynı anne konsepti de var zaten her ikisinde de. Hele bir de Paris Je'taime filmindeki repliğin birebirini de Issız Adam'da duyunca (donmak üzeresin, tatlı bir uykuya dalmak istiyorsun...) filmin tadı kabak vermeye başladı... Oldu mu e Çağan Irmak'cığım...

17 Aralık 2008 Çarşamba

Söz Konusu

Bilerek yapılan hareketler boşlukta dans edercesine
Alay ettiler benimle.
O kadar çok kahkaha attılar ki,
Beynimde defalarca tekrarlandı, tekrarlandı...
Susmadılar ya,
Ben de inadına
Sahipmişim gibi
Davradım.
İnadına.

14 Aralık 2008 Pazar

Ne daha uzun, ne de daha kısa.

Kelebeğin ömrü bir gün ya, ne iki buçuk ay ne de daha fazla.
Bir gün işte ne de daha kısa.
Özenle kozasından sıyrıldığı gün konar bir dala, orada yaşar bir günlük ömrü boyunca.
Bekler işte konacağı dalı, sabırla hem de.
Kondu mu da biraz etrafta dolanır yine seçtiği dala döner, ama bir gün ya işte ömrü, dalı da üzmek istemez; kısa kalır az sohbetleşir onunla kırılmasın diye.
Sonra çiçeklere çimenlere uzanır, hepsinin kokusunu içine çeker, çimenlerde vedalaşır hayatla.
Kelebek ya işte; naapsın, ömrü boyunca bu anı beklemiş, doğayla tanışmak için.
İyi değerlendirmesi gerek, kimseyi de üzmemesi.
Nasıl olsa başka kelebekler de bekler bu anı, hepsi arar o dalı, çiçeği, çimeni..
Kimse yalnız kalmasa gerek, işte, doğa kanunu ya..

13 Aralık 2008 Cumartesi

D'li varsayımlar.

Düş.


Düşme.


Düşünme.


Düşleme.


Düşkün.


Düşünce.


Düşkü.


Düşürme.


Düşük.


Düşündürücü.

7 Aralık 2008 Pazar

Olur mu?


Gel, git.
Gel-git.
Dalga.
Deniz.
Yağmur.


Korktu koku.
Korku. Kork.
Kor. Kot.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Uzun İnce


Bile bile yürüdüğün yol,

Şeffaflığıyla seni daha da

Tahrik ediyorsa...

Mahmur

Sırtı dönük uykuya dalmıştı.
Bilinci yerinde olsa dahi duymayacağı şeyleri yineliyordum.
Bu sefer sessizce ama.

Sahte gülümsememi fark etmedi ya, konuşmamı da dinlemezdi.

Yağmur yağdı.
Durdu.
Uyandı ve gitti.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Hız Kesiyor

Hız kesiyor dünya gezegeni denizaşırı, yeraltı

Ne zaman baksan etrafına.

Tanrım tut elimden,

Geçir beni bu çöllerden;

Ulaştır vaad edilmiş bir ülkenin sahiline.

Ateşliyorsun beni,

Bakınca kalbimin içine ve aslında kim olduğumu görünce.

Kendini değiştir,

Değiştiremiyorsan dünyayı.

Varsın güneş parlamasın, bana ne.

Yağmur da yağmasın isterse.

Kendimi düşünürüm sadece,

Bu dünyadan sonrakine ve oradan tekrar buraya bağlıyız;

Yapıp ettiklerimizle.

Aşk tükeniyor,

Nefret tükeniyor,

Tükeniyor ruy-i zemin.

Hız kesiyor dünya gezegeni.

Değiştiremiyorsan kendini,

Değiştir o zaman dünyayı.

Aşığım ayak bastığım gezegene,

Düşünmeden edemiyorum

Sevdiğim herkesi,

Yitirdiğim insanların hepsini,

Tanıyamayacağım kişileri,

Hiç belli etmediğim hislerimi.

Dünya çok büyük ve

Hayat çok kısa yalnız olmak için,

Yalnız olmak için...

Orada Değildi Artık !


İndiği tren garında bulduğu bir bilet parçasında yazılıydı ismi. O kaçtığını zannediyordu oysa çoktan terkettiği yerden, kendinden. Şimdiki ve geçmişteki. (Kafa'ya katkılarından dolayı teşekkürler.)
(...)
Yanında oturan çocuklu ailenin seslerine aldırmadan okuyordu kitabını bindiği trende. Biletini kitap ayıracı yapmış, artık bir gidişi gösteren bir şey değil; kaldığı yeri simgeliyordu. Öyle ya, orada değildi artık. Gidiyordu işte, uzaklaşıyordu benliklerinden.

Bıraktığı tüm parçalardan kaçarak kurtulduğunu sanarken, nerden bilebilirdi ki boşluk hissi duyacağını. Onu o yapanı unutmak ne kadar süre ona izin verebilirdi ki? Hem zaten kaçarken nasıl unutacağını düşünmüştü? Şimdiki, geçmişteki bene sahip çıkarsa yarını ancak mı sağlam olabilirdi? Geçmişsiz bir bugün, yarını nasıl oluşturabilirdi?

25 Kasım 2008 Salı

Yatak ki Kırık

Geldim yine kırık yatağıma, kırık olsa da yine de benim diye. Sahibini üzmez diye, ben de canı acımasın diye, hiç düzeltmedim onu, kendiliğinden iyileşsin diye. Ama o bana yamuk yaptı, benim canımı acıttı. Ben de onu karyolasından ayırıp yer yatağı yaptım.
Oh olsun sana!

21 Kasım 2008 Cuma


Artık buraya daha çok yazı ekleyebileceğim. Çok değerli yeni bir defterim var artık çünkü !


:)


Yazarken arkada çalan Nouvelle Vague - blue monday


Biraz şarkıdan alıntı:


I see a ship in the harbor

I can and shall obey

but if it wasn't for your misfortunes

I'd be a heavenly person today

and I thought I was mistaken

and I thought I heard you speak

Tell me how do I feel

Tell me now how should I feel


16 Kasım 2008 Pazar

Parodi: Retro Rapsodi

Hafriyat'ta "Sorma Neden" açılışından sonra Taksime çıkalım dedik. Önce Urban'da Can ile Ülfet'i bekledik. Kahvelerimizi yudumladık filan. Sonra eğlenebilceğimiz, bi' yere gidelim dedik ama ya tüm gençler de eğlenmek istedi bu akşam, ya İstanbul artık taşmaya başlamış, ya da uzun zamanır konserler dışında dışarıya pek adım atmıyoruz geceleri. 2 (iki) saat boyunca bir yerlere girdik, çıktık, her yer tıka basa dolu. Bekleyin boşalır diyorlar. Neymiş ayakta dikilip bekleyecekmişiz. Beklemedik tabiki, artık yürümekten bi' hal olup, eve gidelim derken, Pi'ye bakalım belki boş yer vardık dedik, tamamen tesadüf hem e ayırtılmış gibi bir yer bulduk. Seneler sonra hala aynı şarkılar çalıyordu hepimiz için değişiklik oldu. Çeşitli kokteyller eşliğinde 4-5 sene öncesine gittik, bağıra bağıra şarkı söyledik ve pek eğlenceli fotoğraflar çektik. Misal:







Kurabiye Canavarı :p









Mutlu son*

15 Kasım 2008 Cumartesi

Sorma Neden / Do Not Ask Why


Sorma Neden / Do Not Ask Why
Sevil Tunaboylu – Erkin Gören – Çınar Eslek

Açılış / Opening
15 Kasım Cumartesi, 18.30 - 21.0015 Kasım – 15 Aralık /
15 November – 15 December

Sanat eserleri de, tıpkı bazı cümleler gibi, söylemeye çalıştıkları şeyden çok daha fazlasını ifade edebilirler. Bir yapıta baktığımız an, kendimize yönelttiğimiz bir soruya dönüştüyse, cevabı muhakkak yine o an ile kurduğumuz bu ilişkide bulabiliriz. “Sorma Neden”, sanatın ve diğer herhangi şeylerin hesapsızlığı üzerine yakıştırılmış bir sergi ismi. Anlamın genel geçer bir çıkarımdan ibaret olamayacağını bilerek, sizi de tekrar tekrar anlamanın tadına varmaya çağırıyoruz.

Kasım 2008

------------

DO NOT ASK WHY
Sevil Tunaboylu – Erkin Gören – Çınar Eslek

Works of art, just like words, can express and mean much more than they tend to say. If the moment that we see the art work turns into a question, aimed to ourselves, the answer must be found in the relation between us and that moment. "Do Not Ask Why" is an exhibiton based on the rashness of art and other things. Knowing that the 'meaning' can't be only a temporary inference, we are inviting you to enjoy 'understanding' over and over again.

November 2008

Herkesi bekleriz...






13 Kasım 2008 Perşembe

Run Sophie Run!

Kaç git buradan.
Bağlarını kopar da git.
Kimse aramasın seni.
Sen koş da git.
Arkana dönüp bakma da sakın.
Kaç git buradan.
Oraya git.
Git ki isteğin gerçekleşsin.
Hayaline koş.
Koş ki yaşadıkların bitsin.
Yine istemediğin bir şeyi yapmaya kalkma ki git.
Hadi durma, kanatlan.
Uç ki havada süzülüp dertlerini at aşağıya bir yandan.
Hadi durma git.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Yön Duygusu

İzlediği, öğrendiği, ilerlediği yol; şimdi yol çalışma nedeniyle kapalı.
Yeni yolu bulmak pusulasız zor.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Müsadenizle bir kaç sorum var!


Bir şeyi kabullenmek ne kadar zaman alır?

Kabullenmek, alışmakla eş değer midir?

Alıştıktan sonra ondan kurtulmak gerçekten o kadar zor mu?

Sanki elinden kayıp gittiğini hissedip onu hiç bırakmaz mısın yani?

Peki bittiğini ne zaman anlarsın?

Ya bunları düşünürken bambaşka bir yerden başka bir şey seni çok üzerse?

Ya bu hayallerini de alıp giderse?

Peki ya aslında bencil düşünüyorsan?

Evet, bencilce davrandığının da farkındaysan?

Yoksa bu sadece kendini düşünme mi?

Ya karşı taraf?

Taraf ama hiç olmadı ki!

Unutmak bir daha hiç hatırlamamak mı?

Tedavi hastalığı tamamen ortadan kaldırır mı?

Ya tekrar yayılırsa?

Ya tedavi başarısız olursa?

Yine kendini mi düşünürsün önce?

Yoksa o mu önde?

Verdiğin kararlar kime yönelikti başta?

Onun için böyle yapmamış mıydın?

Ama şimdi o orada.

Kararın yoksa isteğin miydi?

Bunu nasıl öngöremedin ki?

Sar başa filmi için artık çok geç olmadı mı?

Yol şimdi ne kadar yakın?

Öyle. İşte.

Yeni bir iş henüz bulamamışken, yeni bir ev bulmak gerçekten şaşırtıcı oldu. Ama evim gerçekten şuanda harikulade. Bir tek halılar üzerinde düşündük durduk. Şuanda serili olan halılar pek içimize sinmedi, boğuyor ve yoruyor insanı çünkü. Ben yeni bir iş bulunca sanırım halılarımız da değişecek :) Hep derim ya ben "kader, kısmet" diye, bir yerden tutununca hayata işte öyle akıp gidiyor. Bakalım gelecek neyi getirip, neyi götürecek...

İstekler, gerçekleşenler ve vakti olanlar denizinde biraz boğuluyormuş gibi hissetsem de, tutunduğum dalların sağlam olması bunun sadece histen ibaret olduğunu kanıtlar nitelikte. Hani bazen insan bir şeyin gerçekleşmesini çok ister ya, gerçekleşince ama kıymeti düşer; ondan korkuyorum işte. Bazen olması gerekenlerin olmamasını istiyorum bu yüzden, daha çok değerlensin diye. O değerin işte uçup gitmesinden korkuyorum. Yoksa başka bir derdim yok. Zaten şuanda başka istediklerim çok değerli, çünkü gerçekleşme ihtimalleri yok. Onlara tutunup kendime hayaller kuruyorum ufak.

Neyse işte bu hafta Tige projesi data girişi olayımı da hallettikten sonra part-time iş vakalarına hızla yön vermem gerekiyor, ne de olsa evim bağdat'a pek yakın, orda illaki bir ş bulurum düşüncsiyle yola çıkarak bir günümü o caddedeki tüm mağazalara ayıracağım "noluuur beni işe alın yalvarırım" diye. (ah yine mübalaaa :p)

Hadi size iyi günleeeeeeeer...

**cheer me up, when you see me, i need it.

Ne kadar gıcık bir yazı yazmış olduğumun aslında içten içe farkındayım ama farkında değilmişim gibi yapacağım, korkularım başımın üstünde yeri olmadığı halde benimle beraberler ve gitmekte pek niyetleri de yok, tamamiyle özel hayatımı buraya yansıtmak niyetinde de değilim ama anlatmaya ihtiyacım var, en azından okuyan var ümidiyle.

6 Kasım 2008 Perşembe

Öteki Varsayımlar

Tek tek basamakları çıktı. Trabzanların her bir santimetresine dokunarak attı adımlarını. Hissetmek istiyordu bütünüyle orayı ya da kendine bir dayanak arıyordu arsızca. Üstündeki kibirlilik ve biraz öfke ona tamamiyle yetmemişti. Yine de bir destek bekliyordu. Kapıyı çaldı hiç tereddüt etmeden. İçeriden ayak seslerini duymaya başladıkça kalp atışı hızlandı. Kapı çok sakince önce aralandı, sonra tamamiyle açıldı. Oradaydı artık. Önceden kaçtığının tam karşısındaydı. Öfkesini bastırarak, içeri girdi; hiç bir şey söylemeden kahvesini hazırlamaya koyuldu. Bir an için sanki oradan hiç kaçmamış gibi hissetti. Kendini şöyle bir yokladı, böyle hissetmesinin yersiz olduğunu düşündü. Koltuğa oturduğunda, karşısında oturan hiç kimse yokmuşcasına etrafa bakarak konuşmayı tercih etti. Öyle olmalıydı bu konuşma; çünkü onu yok saymalıydı. Anlattıkça, onun sesini bastırdıkça kendini çok daha güçlü hissetti. Sanki bir zafer kazanmak istiyordu. Zaten yok saydığı karşısındakinin artık umrunda da değildi ya. Kahvesinden son yudumunu aldı, öfkesini tüm odaya yaydı ve içeriden son kalan eşyalarını da almak için ayağa kalktı. Kazandığı zafer miydi yoksa bir bardak kahve miydi farkedemeden eşyalarını bir çırpıda topladı ve bir hoşçakal demeden çıkış kapısını kapattı. Artık öfkesi kalmadığına göre kibrini kendisine harcayabilirdi.

-Az sendeledin, uz tükettin,
Çok koştun, çok yoruldun,
Hem de hiç üşenmeden bi' "hoşçakal" de me din...

-Ümit ve pişmanlık hor görülmeli ki,
Kişi unutabilsin.
Bu kibirlilik mi ki,
Kişi fark edemesin.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Kandırılmışım ki.

Günlerdir kendimi okuyarak harap ettiğim bir kitap "Çürümenin Kitabı" (Emil Michel Cioran), dili o kadar sert ki, doğruluğu o kadar çok yüzünüze çarpıyor ki, hafif bir acı tebessümle hatta bazen gıcık olarak okuyorsunuz. Çünkü adam gerçekten haklı. Ne palavra sıkıyor, ne boş laf söylüyor. Gerçekleri bir bir yüzünüze vuruyor. Misal:

"... İçimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır... ... Vaktiyle bir "benliğim" vardı; artık sadece bir nesneyim. Yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar hafiftiler. İçimdek peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hala bir yerim olabilir ki?"

veya

"...Yalnızca hatıralar. Her formülün altında bir kadavra yatmaktadır. Varlık veya nesne, mahal verdiği bahanenin altında ölür."

ya da

"... Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına -ve sonsuza dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir."

hatta

"... Melankoli egoizmin düş halidir. ... Kendini yozlaştıranla beslenerek, kulağa hoş gelen isminin ardında, Mağlubiyet'in Kibri'ni ve Kendine Acıma'yı gizler..."

Arkadaki notaların müziği: "Air - cherry blossom girl"

A-nı-m-sa-tan-lar.

Ta
rih
ki,
ben
i
ben
den
a
lan.

---

O
ki
m
ki
m
leri
ki
m
s
anan.

---

A
kan
su
mu
a
yağ
ın
a
de
ğen.

---

Oruç Aruoba "olmayalı" okuduktan sonra

a

m
sa
tan
lar.


***Şu anda çalan: Portishead - Over

30 Ekim 2008 Perşembe

Orada değilim artık!

Yaşam benim olmadığım bir yere akıyor. Taktığım maskeler yüzümü sıkıyor artık. Canım çok acıyor.. Evet, basamaklar.. Çıktıkça bir uçurumun dibine ineceğim duygusu veren. Düşme korkusu.. Onu görmeliydim! Beni bıraktı. Kendimi bıraktım. Kapıyı çaldım. Kaçtım. Gözümün önündekiler.. Işıkla kararıyor. Varış noktası olmayan bir yolda yürüdükçe yürüyor, bekledikçe bekliyorum. Geldikçe uzaklaşıyor. Uzaklaşıyorum. Kaçmalıyım. Peşimdekilerden.. Peşinde olduklarımdan.. Korkuyorum. Buradaki beni bırakıp, başka yerdeki bana kaçmalıyım. Zaman bu kadar işte.. Koştuğum an kadar. "Peşime" düştüğüm an kadar.. Yaşam, şu anın dışında değil. Şu an sonsuzluktan farklı değil. Sozsuzluğun renginde kendimi görüyüorum. Artık "Şu anı" yaşıyorum. "Şu an" yaşıyorum.

*Tamimiyle alıntı, yıllar önce yaklaşık 4 sene önce bir dergide görüp Dadlım'la alıntılamıştık bu yazıyı defterlerimize.

21 Ekim 2008 Salı

ha ha aa papatyaa

Şimdi o günlere dönüp baktığımda hala aklımda o papatyalar...
Ah nerede o eski zamanlar!
Nerede o çılgınlıklarım!
Seviyorum sevmesine de bilemiyorum sadece bazen ne yapacağımı.
Kararsızlığım öldürüyor beni.
Hatta beni benden alıyor.
Buna ufacık minnacık maymun iştahımı da eklersek eyvah ki ne eyvah!
Memnuniyetsizlik mi deseeem, keyifsizlik mi desem yoksa tatminsizlik mi bilemiyorum.
Ama aklımda olan tek şey tutku!
Tutku öyle hoş öyle elde tutulmaz bir şey ki, ipini tutamadığın zaman gerçekten bulamıyorsun.
O yüzden sıkı sıkıya ümitle tutmak lazım onu.
Kaybetmemek için, gerekirse elin de kanasın ama bırakma.
Anlatmak da sanki derdime çare olmuyor, zaten ne anlatacağımı da bilmiyorum ya.
Sıkılıyorum zaman zaman.
Şöyle bi boşverip 110'a binesim var bir daha dönmemek üzere.
Yok yani döneceğim ama sanki hiç dönmeyecekmişim gibi gidesim var sadece.
Hiç işte dertsizlik mi dert yaratıyor, yoksa çok dert mi kafamı bulandırıyor kararsızım.
Sadece papatyacıklar var işte. :)

15 Ekim 2008 Çarşamba

Nokta asla Virgülün İşine Karışmaz.

*Ördek suda çırpınır,
Avcı kıyıda bekler,
Tilki/ kurt onları izler,
Ben de camdan bakarım.

*Çirkinlik senin içinde saklı olan nefret gibidir. Bir anda ortaya çıkar ve zaman fayda etmez.

*O hala orada,
çünkü ben gelmedim aklına.
Testinin tınısı yayıldı odaya o anda,
Beynimi sarstı ama aklım yerine geldi.

*Unutkanlığın en acı tarafı sevdiğini bile unutmaktır.

*Düşlerde gördüklerim
Bilincimin dışında olsa da
İçerden bakıldığında
Hayallerim aslında.

*Sakın pişman olma, keşke ol.

*Kibirliğin öyle üstün ki, kıskançlığımla aşamıyorum bile.

*Kalbin acıması hastalığı, mantığa sıçradığında aşk biter.

*Pembenin kırmızıya olan kırgınlığı,
Asla sarının maviye olan küskünlüğüne benzemez.

*Kendini aynada gördüğünde artık kaçma.
Kabullen ve yüzleş.




(....Bir zaman tarafımdan yazılmışlar ama hiiiç unutulmamış ufak yazılar)

3 Ekim 2008 Cuma

İşin Aslı

Aslın
da
sen
hiç
yok
sayma
mıştın
da,
onlar

öyle
görme
me
miş
ti
?

Sen
san
dın
ki
ger
çek
değil,
fak
at
ar
tık
ger
çek
oldu
haya
l
.

o
yüz
den
haya
l
kur
arken
ihtimalleri
unut
ma
.

16 Eylül 2008 Salı

Bir Aradayız, Hepsi Bu.

Hayatımın baş köşe filmi Jeux D'enfants olunca tabi, sevgili Julien'imin yeni filmini üstelik de Amelie ile filmini izlemeden duramazdım. Şimdi 20.45 seansından geliyorum, Ensemble, C'est Tout filminden ve ikinci baş köşe filmim oldu bile şimdiden. Julien'im (Guillaume Canet)burada Franck rolündeydi, tabiri yerindeyse piç ama duygusal birini canlandırıyordu. Kirli sakalları ve motorsikletiyle oldukça göz doldurucuydu. Amelie (Audrey Tautou) ise Camille'ydi, upuzun saçlarını bir anda erkek traşına döndürdü ama tabiki güzelim masum yüzü çirkinleşmesine engel oldu. Bu kadar görsel anlatımdan sonra filmden bahsetmekte yarar var. Film bir kitaptan uyarlama. Yazarı Anna Gavalda. Kitabı okumadım ama çok da değiştirildiğini sanmıyorum güzel bir kitaptan filme dönüşüm olmuş gibi gözüküyor. Konu 4 farklı insanın hayatlarının kesişmesini anlatıyor. Komşuluk ilişkilerini çok zayıf olduğu bu 21. yüzyılda birbirini tanımayan Camille bir gün tesadüfen komşusu olan Philibert'le tanışır ve onu yemeğe davet eder. Daha sonra olaylar gelişir ve Camille yaşadığı evden çıkıp Philibert ile yaşamaya başlar fakat Philbert tek başına değil ev arkdaşı olan Franck ile yaşamaktadır. Franck'in de anneanesi hastalanınca o da bu evde yaşamaya başlar ve 4 ayrı yalnızlık çeken insan birbirini bulmuş olur. Spoiler vermemek için bu kadarını söyleme zorunluluğunda hissediyorum kendimi. Kesinlikle izlenilmesi gereken ve Fransız Sineması hayranı olduğum için şiddetle tavsiye edip baş köşenize koymasanız bile en azından film arşivinizde durması gereken bir film olduğunu vurgulamak isterim. Şimdiden iyi Seyirler!



***Bir iki önceki yazımda Bonjour diye başlamam bu filmi izleyeceğime işaretmiş demekten kendimi alamıyorum. :D


Ne Dinlemekteyim: Psapp - About Fun (Konserleri hala damağımda 7 ekim 2006... )

15 Eylül 2008 Pazartesi

Kauçuk Lastikler

iki tane lastik
birbirine bağlı
oldukça da esnek.

fakat eskiler sanki,
esnedikçe kopacaklar gibi.

tamir etmek gerek
ya da geç olmadan
değiştirmek yenisiyle.

biliyorsan farkını,
sor bana gel bul aynısı.

13 Eylül 2008 Cumartesi

Bonjour!

Waytomandalay'da takılınca tabii, kendi sayfamı unuttum. Hemen bir şeyler yazmalıyım edasıyla başlıyorum. İşten ayrılınca, okul da henüz başlamayınca evde oturmak sıkıntılı bir hal alıyor. Ne yapsam diyorsun, tv izlesen, kitap okusan, müzik dinlesen, yemek yapsan evet vakit geçiyor ama işte bu seçeneklerden 3'ü benim gözlerimi hatta sadece sağ gözümü sanıyorum deli ediyor. Bir sadece sağ gözümle bakıp bir de sol gözümle baktığımda arada inanılmaz bir fark var. Acil göz doktoruna ihtiyacım var. Bakalım bu hafta içinde umarım gideceğim. Hem gözümü hem de kafamı rahatlatak için çocukluğumda vakit geçirdiğim bir şey aklıma geldi, hemen kadıköye inip de aldım: hani numaralarına göre boyarsın tuvali, boyadığında da bir resim ortaya çıkar, eğer resme yeteneksizsen de bayılırsın bu şaheserine. İşte bu. Adı meğer "painting by numbers"mış (tam da cuk oturmuş ismi yani). Nasıl mutlu oldum size anlatamam. Bir başlıyorsun yapmaya (arkada fon olarak Radyo Eksen) saatler geçiyor farkında olmadan hem de çok rahatlıyorsun. Herkeslere tavsiyemdir, boş vakit doldurmak için.
****Bu resmi kutusunun nasıl bir şeye benzer olduğunu göstermek için koydum. (Ben de yunuslar boyuyorum ama onun deseni biraz daha farklı)
Neredeyse bu seti alırken kendie kanaviçe de alıyordum ki son anda yırttım, eğer alsaydım aynaya baktığımda annemi görecektim kendim yerine =)

Dün çok leziz, harikulade bir Kupka gecesi yaşandı Peyote'de. Uzun zamanan sonra verdiği bir konser olduğu için sanırsam epey bir kalabalıktı, herkes de çok eğlendi. Fıfılım ve Dadlım'la da güzelce özlem giderdik. Dansettik, sohbet ettik, sarıldık, dertleştik. Ayrıca yeni parçalarını da dinledik ve de çok beğendik, umarım yakın bir zamanda kayıda alırlar. Yaklaşık 1,5 saat sahnede kaldılar, oldukça doyurucu oldu. Ayrıca tabiki bu konserin benim için şöyle de bir faydası oldu, tezim için harikulade sayılabilecek insanlarla tanıştım. Oldukça yön de gösterdiler, fikir de verdiler, yardım da edicekler =)

Şu anda çalan : Serge Gainsbourg - Elisa !

Au Reviour!

22 Ağustos 2008 Cuma

Daft Punk'tan Technologic adlı şarkı lütfeeeen


Teknoloji harikası blog sitelerine bir dalış da ben yaptım kendimce yvainethefallen sayesinde. İlk blog'um çok önemli o yüzden. İnternet sevdalısı olarak yetişen bizler artık her şeyi burada bulunca tabiki, hayatımızı da buraya sunmaktan hiç çekinmez olduk. Ben de başlayayım işte bi' köşesinden.
(soldaki fotoğraf muhteşem masa bilgisayar)





*Madem böyle bir giriş yaptım, bir teknoloji harikasından bahsedeyim: Masa Bilgisayar! Dizüstüsü yetmezmiş gibi masasının da çıktığı ve her şeyin dokunmatik olduğu bir şey. Mesela koydun üstüne cep telefonunu bir de fotoğraf makineni, bir elinde diğer tut bir fotoğrafı koy ötekine. Bir parmak hareketiyle ordan oraya dosya aktarımı yapabiliyormuş. Yok artık daha neler bence. Gerçekten teknoloji çok korkutucu, Amish topluluğu (linktir tıklayınız, Amishler hakkında bilgi almak için) gibi yaşamak istiyorum bazen. Teknolojiden yoksun pür hayat. Her şeye tek dokunmayla ulaşabilmek insanı herşeyden itiyor bazen. Her şeye ulaşabileceğini gördükten sonra herşeye sahipmişsin gibi herhangi bir şey bilmek için çaba göstermiyorsun. (yandaki fotoğraf Amish'lere ait)






Aslında insanlar dengeyi oturtamadıkları için ya kendilerini soyutluyorlar Amish'ler gibi, ya da herşeyin içine atıyorlar kendilerini şuanda herkesin yaptığı gibi. Ortasını bulup bir yer edinmek lazım sanki. -bunları da blog'a yazmak ayrı şahane bir şey tabiki-


***Ne Dinliyorum: Tabiki: Daft Punk - Technologic