26 Kasım 2008 Çarşamba

Hız Kesiyor

Hız kesiyor dünya gezegeni denizaşırı, yeraltı

Ne zaman baksan etrafına.

Tanrım tut elimden,

Geçir beni bu çöllerden;

Ulaştır vaad edilmiş bir ülkenin sahiline.

Ateşliyorsun beni,

Bakınca kalbimin içine ve aslında kim olduğumu görünce.

Kendini değiştir,

Değiştiremiyorsan dünyayı.

Varsın güneş parlamasın, bana ne.

Yağmur da yağmasın isterse.

Kendimi düşünürüm sadece,

Bu dünyadan sonrakine ve oradan tekrar buraya bağlıyız;

Yapıp ettiklerimizle.

Aşk tükeniyor,

Nefret tükeniyor,

Tükeniyor ruy-i zemin.

Hız kesiyor dünya gezegeni.

Değiştiremiyorsan kendini,

Değiştir o zaman dünyayı.

Aşığım ayak bastığım gezegene,

Düşünmeden edemiyorum

Sevdiğim herkesi,

Yitirdiğim insanların hepsini,

Tanıyamayacağım kişileri,

Hiç belli etmediğim hislerimi.

Dünya çok büyük ve

Hayat çok kısa yalnız olmak için,

Yalnız olmak için...

Orada Değildi Artık !


İndiği tren garında bulduğu bir bilet parçasında yazılıydı ismi. O kaçtığını zannediyordu oysa çoktan terkettiği yerden, kendinden. Şimdiki ve geçmişteki. (Kafa'ya katkılarından dolayı teşekkürler.)
(...)
Yanında oturan çocuklu ailenin seslerine aldırmadan okuyordu kitabını bindiği trende. Biletini kitap ayıracı yapmış, artık bir gidişi gösteren bir şey değil; kaldığı yeri simgeliyordu. Öyle ya, orada değildi artık. Gidiyordu işte, uzaklaşıyordu benliklerinden.

Bıraktığı tüm parçalardan kaçarak kurtulduğunu sanarken, nerden bilebilirdi ki boşluk hissi duyacağını. Onu o yapanı unutmak ne kadar süre ona izin verebilirdi ki? Hem zaten kaçarken nasıl unutacağını düşünmüştü? Şimdiki, geçmişteki bene sahip çıkarsa yarını ancak mı sağlam olabilirdi? Geçmişsiz bir bugün, yarını nasıl oluşturabilirdi?

25 Kasım 2008 Salı

Yatak ki Kırık

Geldim yine kırık yatağıma, kırık olsa da yine de benim diye. Sahibini üzmez diye, ben de canı acımasın diye, hiç düzeltmedim onu, kendiliğinden iyileşsin diye. Ama o bana yamuk yaptı, benim canımı acıttı. Ben de onu karyolasından ayırıp yer yatağı yaptım.
Oh olsun sana!

21 Kasım 2008 Cuma


Artık buraya daha çok yazı ekleyebileceğim. Çok değerli yeni bir defterim var artık çünkü !


:)


Yazarken arkada çalan Nouvelle Vague - blue monday


Biraz şarkıdan alıntı:


I see a ship in the harbor

I can and shall obey

but if it wasn't for your misfortunes

I'd be a heavenly person today

and I thought I was mistaken

and I thought I heard you speak

Tell me how do I feel

Tell me now how should I feel


16 Kasım 2008 Pazar

Parodi: Retro Rapsodi

Hafriyat'ta "Sorma Neden" açılışından sonra Taksime çıkalım dedik. Önce Urban'da Can ile Ülfet'i bekledik. Kahvelerimizi yudumladık filan. Sonra eğlenebilceğimiz, bi' yere gidelim dedik ama ya tüm gençler de eğlenmek istedi bu akşam, ya İstanbul artık taşmaya başlamış, ya da uzun zamanır konserler dışında dışarıya pek adım atmıyoruz geceleri. 2 (iki) saat boyunca bir yerlere girdik, çıktık, her yer tıka basa dolu. Bekleyin boşalır diyorlar. Neymiş ayakta dikilip bekleyecekmişiz. Beklemedik tabiki, artık yürümekten bi' hal olup, eve gidelim derken, Pi'ye bakalım belki boş yer vardık dedik, tamamen tesadüf hem e ayırtılmış gibi bir yer bulduk. Seneler sonra hala aynı şarkılar çalıyordu hepimiz için değişiklik oldu. Çeşitli kokteyller eşliğinde 4-5 sene öncesine gittik, bağıra bağıra şarkı söyledik ve pek eğlenceli fotoğraflar çektik. Misal:







Kurabiye Canavarı :p









Mutlu son*

15 Kasım 2008 Cumartesi

Sorma Neden / Do Not Ask Why


Sorma Neden / Do Not Ask Why
Sevil Tunaboylu – Erkin Gören – Çınar Eslek

Açılış / Opening
15 Kasım Cumartesi, 18.30 - 21.0015 Kasım – 15 Aralık /
15 November – 15 December

Sanat eserleri de, tıpkı bazı cümleler gibi, söylemeye çalıştıkları şeyden çok daha fazlasını ifade edebilirler. Bir yapıta baktığımız an, kendimize yönelttiğimiz bir soruya dönüştüyse, cevabı muhakkak yine o an ile kurduğumuz bu ilişkide bulabiliriz. “Sorma Neden”, sanatın ve diğer herhangi şeylerin hesapsızlığı üzerine yakıştırılmış bir sergi ismi. Anlamın genel geçer bir çıkarımdan ibaret olamayacağını bilerek, sizi de tekrar tekrar anlamanın tadına varmaya çağırıyoruz.

Kasım 2008

------------

DO NOT ASK WHY
Sevil Tunaboylu – Erkin Gören – Çınar Eslek

Works of art, just like words, can express and mean much more than they tend to say. If the moment that we see the art work turns into a question, aimed to ourselves, the answer must be found in the relation between us and that moment. "Do Not Ask Why" is an exhibiton based on the rashness of art and other things. Knowing that the 'meaning' can't be only a temporary inference, we are inviting you to enjoy 'understanding' over and over again.

November 2008

Herkesi bekleriz...






13 Kasım 2008 Perşembe

Run Sophie Run!

Kaç git buradan.
Bağlarını kopar da git.
Kimse aramasın seni.
Sen koş da git.
Arkana dönüp bakma da sakın.
Kaç git buradan.
Oraya git.
Git ki isteğin gerçekleşsin.
Hayaline koş.
Koş ki yaşadıkların bitsin.
Yine istemediğin bir şeyi yapmaya kalkma ki git.
Hadi durma, kanatlan.
Uç ki havada süzülüp dertlerini at aşağıya bir yandan.
Hadi durma git.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Yön Duygusu

İzlediği, öğrendiği, ilerlediği yol; şimdi yol çalışma nedeniyle kapalı.
Yeni yolu bulmak pusulasız zor.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Müsadenizle bir kaç sorum var!


Bir şeyi kabullenmek ne kadar zaman alır?

Kabullenmek, alışmakla eş değer midir?

Alıştıktan sonra ondan kurtulmak gerçekten o kadar zor mu?

Sanki elinden kayıp gittiğini hissedip onu hiç bırakmaz mısın yani?

Peki bittiğini ne zaman anlarsın?

Ya bunları düşünürken bambaşka bir yerden başka bir şey seni çok üzerse?

Ya bu hayallerini de alıp giderse?

Peki ya aslında bencil düşünüyorsan?

Evet, bencilce davrandığının da farkındaysan?

Yoksa bu sadece kendini düşünme mi?

Ya karşı taraf?

Taraf ama hiç olmadı ki!

Unutmak bir daha hiç hatırlamamak mı?

Tedavi hastalığı tamamen ortadan kaldırır mı?

Ya tekrar yayılırsa?

Ya tedavi başarısız olursa?

Yine kendini mi düşünürsün önce?

Yoksa o mu önde?

Verdiğin kararlar kime yönelikti başta?

Onun için böyle yapmamış mıydın?

Ama şimdi o orada.

Kararın yoksa isteğin miydi?

Bunu nasıl öngöremedin ki?

Sar başa filmi için artık çok geç olmadı mı?

Yol şimdi ne kadar yakın?

Öyle. İşte.

Yeni bir iş henüz bulamamışken, yeni bir ev bulmak gerçekten şaşırtıcı oldu. Ama evim gerçekten şuanda harikulade. Bir tek halılar üzerinde düşündük durduk. Şuanda serili olan halılar pek içimize sinmedi, boğuyor ve yoruyor insanı çünkü. Ben yeni bir iş bulunca sanırım halılarımız da değişecek :) Hep derim ya ben "kader, kısmet" diye, bir yerden tutununca hayata işte öyle akıp gidiyor. Bakalım gelecek neyi getirip, neyi götürecek...

İstekler, gerçekleşenler ve vakti olanlar denizinde biraz boğuluyormuş gibi hissetsem de, tutunduğum dalların sağlam olması bunun sadece histen ibaret olduğunu kanıtlar nitelikte. Hani bazen insan bir şeyin gerçekleşmesini çok ister ya, gerçekleşince ama kıymeti düşer; ondan korkuyorum işte. Bazen olması gerekenlerin olmamasını istiyorum bu yüzden, daha çok değerlensin diye. O değerin işte uçup gitmesinden korkuyorum. Yoksa başka bir derdim yok. Zaten şuanda başka istediklerim çok değerli, çünkü gerçekleşme ihtimalleri yok. Onlara tutunup kendime hayaller kuruyorum ufak.

Neyse işte bu hafta Tige projesi data girişi olayımı da hallettikten sonra part-time iş vakalarına hızla yön vermem gerekiyor, ne de olsa evim bağdat'a pek yakın, orda illaki bir ş bulurum düşüncsiyle yola çıkarak bir günümü o caddedeki tüm mağazalara ayıracağım "noluuur beni işe alın yalvarırım" diye. (ah yine mübalaaa :p)

Hadi size iyi günleeeeeeeer...

**cheer me up, when you see me, i need it.

Ne kadar gıcık bir yazı yazmış olduğumun aslında içten içe farkındayım ama farkında değilmişim gibi yapacağım, korkularım başımın üstünde yeri olmadığı halde benimle beraberler ve gitmekte pek niyetleri de yok, tamamiyle özel hayatımı buraya yansıtmak niyetinde de değilim ama anlatmaya ihtiyacım var, en azından okuyan var ümidiyle.

6 Kasım 2008 Perşembe

Öteki Varsayımlar

Tek tek basamakları çıktı. Trabzanların her bir santimetresine dokunarak attı adımlarını. Hissetmek istiyordu bütünüyle orayı ya da kendine bir dayanak arıyordu arsızca. Üstündeki kibirlilik ve biraz öfke ona tamamiyle yetmemişti. Yine de bir destek bekliyordu. Kapıyı çaldı hiç tereddüt etmeden. İçeriden ayak seslerini duymaya başladıkça kalp atışı hızlandı. Kapı çok sakince önce aralandı, sonra tamamiyle açıldı. Oradaydı artık. Önceden kaçtığının tam karşısındaydı. Öfkesini bastırarak, içeri girdi; hiç bir şey söylemeden kahvesini hazırlamaya koyuldu. Bir an için sanki oradan hiç kaçmamış gibi hissetti. Kendini şöyle bir yokladı, böyle hissetmesinin yersiz olduğunu düşündü. Koltuğa oturduğunda, karşısında oturan hiç kimse yokmuşcasına etrafa bakarak konuşmayı tercih etti. Öyle olmalıydı bu konuşma; çünkü onu yok saymalıydı. Anlattıkça, onun sesini bastırdıkça kendini çok daha güçlü hissetti. Sanki bir zafer kazanmak istiyordu. Zaten yok saydığı karşısındakinin artık umrunda da değildi ya. Kahvesinden son yudumunu aldı, öfkesini tüm odaya yaydı ve içeriden son kalan eşyalarını da almak için ayağa kalktı. Kazandığı zafer miydi yoksa bir bardak kahve miydi farkedemeden eşyalarını bir çırpıda topladı ve bir hoşçakal demeden çıkış kapısını kapattı. Artık öfkesi kalmadığına göre kibrini kendisine harcayabilirdi.

-Az sendeledin, uz tükettin,
Çok koştun, çok yoruldun,
Hem de hiç üşenmeden bi' "hoşçakal" de me din...

-Ümit ve pişmanlık hor görülmeli ki,
Kişi unutabilsin.
Bu kibirlilik mi ki,
Kişi fark edemesin.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Kandırılmışım ki.

Günlerdir kendimi okuyarak harap ettiğim bir kitap "Çürümenin Kitabı" (Emil Michel Cioran), dili o kadar sert ki, doğruluğu o kadar çok yüzünüze çarpıyor ki, hafif bir acı tebessümle hatta bazen gıcık olarak okuyorsunuz. Çünkü adam gerçekten haklı. Ne palavra sıkıyor, ne boş laf söylüyor. Gerçekleri bir bir yüzünüze vuruyor. Misal:

"... İçimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır... ... Vaktiyle bir "benliğim" vardı; artık sadece bir nesneyim. Yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar hafiftiler. İçimdek peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hala bir yerim olabilir ki?"

veya

"...Yalnızca hatıralar. Her formülün altında bir kadavra yatmaktadır. Varlık veya nesne, mahal verdiği bahanenin altında ölür."

ya da

"... Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına -ve sonsuza dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir."

hatta

"... Melankoli egoizmin düş halidir. ... Kendini yozlaştıranla beslenerek, kulağa hoş gelen isminin ardında, Mağlubiyet'in Kibri'ni ve Kendine Acıma'yı gizler..."

Arkadaki notaların müziği: "Air - cherry blossom girl"

A-nı-m-sa-tan-lar.

Ta
rih
ki,
ben
i
ben
den
a
lan.

---

O
ki
m
ki
m
leri
ki
m
s
anan.

---

A
kan
su
mu
a
yağ
ın
a
de
ğen.

---

Oruç Aruoba "olmayalı" okuduktan sonra

a

m
sa
tan
lar.


***Şu anda çalan: Portishead - Over